AİLE BAĞLARI |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İYİ BİR MÜSLÜMAN ERKEK, ÖRNEK BİR KOCA' dır..

Resulullah(SAV) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır;
"Mü'min'lerin iman yönünden en kamilleri aile efradına karşı en güzel ahlaklıları ve en merhametlileridir."
(Nesai-Tırmizi-Hakim)
"Sizin en hayırlınız,zevcelerine en hayırlı olanınızdır.
Ben
ise zevcelerim için hepinizden daha hayırlıyım."
(Tırmizi)
Ebu Hureyre(r.a.)'dan rivayetle
Peygamber Efendimiz(SAV) şöyle buyurdular;
"Eğer bir kimse Allah'a ve yevm-i ahirete iman ederse komşusuna eza etmesin!
Ve;
Kadınlara hayır tavsiye ediniz.
Çünkü kadınlar eğri kaburga kemiğinden yaratılmışlardır.
Kaburga kemiklerinin en eğrisi en üsttekidir.
Doğrultmaya kalkışırsanız kırarsınız,olduğu gibi bırakırsanız eğri olarak kalır.Kadınlara tavsiyede bulununuz."
(Sahih-i Buhari: C.IV; Hds.1338)
Allahu Teala(CC) Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor;
"Onlarla (kadınla) güzellikle geçinin.Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız,sabredin.
Hoşlanmadığınız birşeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir."
(NİSA SURESİ: Ayet; 19)
Peygamber Efendimiz(SAV)'de bu hususta şöyle buyuruyor;
"Mü'min erkek,karısından nefret etmez.Onun bir huyunu sevmiyorsa,ötekini sever."
(Müslüman Şahsiyeti: Sh.68)
Enes(r.a.)'dan Resulullah (SAV);
"Ey oğulcuğum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver,sana ve evdekilere bereket olur."
(Beyhaki)
buyurmuşlardır.
Kadınla iyi geçinmek,kadına eziyet etmemek demekle birlikte, kadından gelen eziyete de tahammül etmektir.
AİLENİN ÖNEMİ
Amacı sağlam bir toplum kurmak olan İslam, aileye çok önem vermiştir. Çünkü aile, toplumun temel taşıdır. Toplumlar ailelerden oluşur. Aile sağlam olursa toplum da sağlam olur. Aile ise evlenme ile kurulur.
İSLAM’DA AİLENİN ÖNEMİ
Aile, anne baba ve çocuklardan oluşan en küçük toplum birimidir. Bu bakımdan aile toplumun temel taşı sayılmıştır. İlk toplumlardan günümüze kadar, bütün toplumlarda aile vardır. İnsanları diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerden biri, insanların aile düzeni içinde yaşamalarıdır. Anne baba ve çocukların yanında nine, dede, amca, hala, dayı ve teyzeler de aileden sayılır.
Dinimize göre aile; anne, baba ve varsa çocuklardan oluşan kutsal bir yuvadır. Birbirlerine sevgi ve saygı bağlarıyla bağlı olan; aynı inanç, aynı düşünce ve aynı duyguları paylaşan; kendilerine düşen görevleri yerine getiren bireylerden oluşan aileler, huzurlu olurlar. Kur’an-ı Kerim’de “Allah sizlere kendinizden eşler, eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder Nahl suresi, ayet 72 buyurulur.
İslâm dini aileye büyük önem vermiştir. Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi dince günah sayılan çeşitli kötülüklerden koruyan bir kurumdur. Kur’an-ı Kerim’de “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.” Rum suresi, ayet 21 buyurulur.
Toplumun özü ve temeli ailedir. Uygarlıkta ileri gitmiş ne kadar millet varsa, aile ocağında iyi eğitim görmüş bireylerden meydana gelmiştir. Çünkü milletler birçok ailenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Dinimiz, ailelere, aile kurumuna ve aile bireyleri arasındaki ilişki ve bağlara büyük önem vermektedir. Aile, evlilik ve nikah bağıyla kurulur. Peygamberimiz bir hadisinde “Nikah benim sünnetimdir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla öğünürüm.”İbn Mâce, Nikah, 1 buyurmuştur.
Ailenin düzenli, huzurlu ve mutlu olması, aile bireylerinin birbirlerine karşı sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma bilinci içinde olmalarına bağlanmıştır. Aslında milletin bütün bireyleri, birbirleriyle sevgi, saygı ve yardımlaşma ihtiyacındadırlar. İnsan, yaradılışı gereği bir başkasına muhtaçtır. Üzüldüğümüz veya sevindiğimiz zaman, bu duygularımızı paylaşacak dostlar ararız. Bunların başında da aile üyeleri gelir.
Anne ve babalar, kendileri ve çocukları için çalışırlar. Aile üyelerinin ihtiyaçlarını helâl yoldan çalışarak temin ederler; çocuklarının geleceği için çok büyük maddî ve manevî fedakârlıklar gösterirler. Çocuklarına millî ve manevî değerleri tanıtırlar. Onların güzel ahlâklı olmaları için çaba harcarlar.
Anne ve babasını seven çocuklar, içten gelen bir sevgi ve saygı duygusuyla onlara bağlanırlar. Aile içinde düzen ve huzurun sağlanmasına yardımcı olurlar. Kendilerinden yaş ve tecrübede daha büyük olan aile bireylerine saygıda, küçük olanlara ise sevgide kusur etmemeye çalışırlar.
Aile bireyleri kendi aralarında, yardımlaşma ve dayanışma içinde olurlar. Herkes, ailenin sevinci ile sevinir, üzüntüsüyle üzülür. Aile bireyleri kendilerine düşen görevleri aksatmadan yerine getirirler. Anne ve babasına eziyet etmezler. Akrabalarını, dostlarını ve komşularını sever, sayar ve yardımlarına koşarlar.
Aile, her insanın doğup büyüdüğü kutsal bir ortamdır. Hepimizin kaldığı bir yer vardır. İnsanların kaldıkları yerlere ev deriz. Ancak aile bireylerinin yaşadıkları yerlere yuva denir. Aile yuvalarına, aile ocağı da denilmektedir. Aile yuvası ve aile ocağı gibi deyimler, içinde rahatlık ve güven duygusu veren, içinde sıcaklığını hissettiğimiz yerler anlamında kullanılmaktadır. O hâlde, içinde yaşadığımız binaların maddî yapısına ev derken, içinde yaşadığımız manevî ortama da aile yuvası veya aile ocağı diyoruz.
Hepimiz aile yuvamızın şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. Büyüklerimize saygı göstermeli, küçüklerimize her konuda yardımcı olurken, şefkat ve merhametimizi onlardan esirgememeliyiz. Elimizden geldiğince aile bütçesine katkıda bulunmalıyız. Ev işlerinde ve dışarı işlerinde birbirimize yardımcı olmalıyız. Bunların karşılığında hiçbir ücret beklememeliyiz. Çünkü aile işlerinin ücreti sevgi ve ilgidir.
Aile bireyleri, ara sıra, birbirlerine hediye alarak sürpriz yapmalıdırlar. Bu olay hepimizi çok heyecanlandırır. Aile içindeki neşemiz bir kat daha artar. Bu mutluluğu hep birlikte paylaşırız. Bayram, kandil ve önemli günler hediye almak için en uygun zamanlardır. Çünkü hediye sevgi sembolüdür. Sevgili Peygamberimiz de bazen, aile bireylerine hediye vererek onları sevindirirdi. Hediyeleşme konusunda da ümmetini teşvik ederdi. O, aile içerisinde en büyük hediyenin sevgi olduğunu belirtmiştir.
Günümüzde aile kurumu, tarih boyunca eşine rastlanmamış büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu tehlike de, kadın hakları adı altında kadın düşmanlığı yapan bir takım batı ülkelerinin maddî ve manevî desteğini alarak çalışan bazı kuruluşların yürüttüğü faaliyetlerdir. Hâlbuki kadın haklarını savunduklarını iddia eden bu akımların en büyük amacı, kadın erkek eşitliği adı altında aile kurumunu aşındırmak, ailede güçlü olan sorumluluk, yardımlaşma ve dayanışmayı ortadan kaldırıp aile bağlarını koparmak ve kadına sınırsız ve sorumsuz bir statü tanıyarak aile mefhumunu ortadan kaldırmaktır.
Günümüzde bazı insanlar da Allah’ın kendilerine helâl kıldığı nikâhı terk ederek, gayr-i meşrû ilişkilere yönelmektedirler. Bu yüzden toplumumuzda zina, fuhuş ve sapık ilişkiler alabildiğine yayılmış bulunmaktadır. Geleceğimizin teminatı olan gençliğimizi bu tür sapık ilişkilere karşı uyarmak gerekmektedir. Zira fuhşun ve ahlâksızlığın yaygınlaşmasıyla aile bağı koparılırsa toplumun düzeni de bozulur. İşte bu sebepten dolayı İslam’ın nasıl bir aile kurulmasını istediğini ve aileye verdiği önemi bu yazımızda açıklamak istiyoruz.
Her şeyden önce şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, aile kelimesi, insan zihninde bir takım dinî, sosyal ve hukukî kavramları canlandıran sosyal muhtevalı bir kelimedir.
Aileyi kısaca şu şekilde tarif edebiliriz: Aile, karı koca ve çocuklardan meydana gelen ve yaratılıştan gelen bağlar üzerine kurulan küçük bir sosyal topluluktur. Tüm insanlar aile denen yuvada dünyaya gözlerini açarlar. Dolayısıyla aile insanın ilk kültür ocağı, ilkokulu, ilk sevgi kaynağı ve ilk dostlarını tanıdığı bir yuvadır.
Aile toplumun en küçük sosyal birimidir. Toplumlar ailelerden meydana gelir. Toplumun mutlu ve huzurlu olması ailelerin mutlu ve huzurlu olmasıyla doğru orantılıdır. Aile, insanları yaratan Yüce Yaratıcı’nın koyduğu kurallara göre kurulursa sağlam ve toplumun biricik mutluluk kaynağı olur.
İslam’a göre ailenin temeli, nikâh dediğimiz kutsal bir bağla birbirine bağlanan ayrı cinsten iki insanın bir araya gelmesiyle atılır. Nikâh akdi, toplumun çekirdeği sayılan bu küçük yuvanın meşrû sayılmasının ilk şartıdır. Meşrû olmayan sebeplerle bir araya gelen insanların oluşturduğu topluluklar aile sayılmaz. Çünkü bu birlikteliğin temelinde nikâh değil, sifah (iffetsizlik) vardır.
İslam dini, iffetsizlik sayılan zina, fuhuş ve her türlü gayri meşru ilişkiyi haram saymış ve şiddetle yasaklamıştır.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi aile kurumu nikâhla başlamaktadır. Nikâh kelimesi, sözlükte; “eklemek, toplamak” veya “akit yapmak ve cinsi ilişkide bulunmak” gibi anlamlara gelmektedir.(1) Dini ıstılahta ise: Evlenme, karı koca arasında birlikte yaşamaya ve karşılıklı yardımlaşmaya imkân veren ve taraflara karşılıklı hak ve ödevler yükleyen bir sözleşmedir.(2) Birbirine haram olan kadın ve erkek, bu akitle birbirlerine helâl olurlar.
İnsan neslinin devamı, nesebin muhafazası, toplumu meydana getiren ve toplumun temel taşı olan aile müessesesinin kurulması evlilikle mümkün olur. İslam dini aile yuvasını sağlam temellere oturtmak, faziletli nesiller yetişmesine zemin hazırlamak için meşru ölçüler içinde evlenmeyi hem emretmiş, hem de bir takım müeyyidelerle onu cazip hale getirmiştir. Allah Teala bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızk verir. Öyleyken batıla inanıyorlar ve Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? ” (3)
“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, bilendir.” (4)
İslam peygamberi de gençleri evliliğe teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“Gençler, sizden gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek, gözü harama karşı korur, namusu muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun, çünkü oruç şehveti kırar.” (5)
“Nikâh benim sünnetimdir. Sünnetimi terk eden benden değildir. Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övüneceğim. Hâli vakti yerinde olan evlensin, eli dar olan da oruç tutsun. Zira oruç, şehveti kırar.”(6)
Saliha kadını, dünyanın en güzel nimeti sayan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Dünya bir geçimden ibarettir. Şu geçim dünyasının en güzel nimeti de saliha kadındır.”(7)
“Mü’min, Allah korkusundan ve O’na itaatten sonra, saliha bir kadından yararlandığı kadar hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü ona emretse sözünü dinler, yüzüne baksa kendisini sevindirir, üzerine yemin etse yeminini doğru çıkarır, başka tarafa gitse kendisinin gıyabında namusunu ve malını korur.” (8)
Evlilik, kişinin kendisini ve eşini harama düşmekten korur, insan neslini son bulmaktan, yok olmaktan kurtarır. Doğurma ve çoğalma yoluyla neslin devamını sağlar. Zira toplum nizamının tamamlayıcı bir unsuru olan ailenin kurulması, nesebin muhafazası, neslin bekası ve bireyler arasında yardımlaşma ruhunun geliştirilmesi evlilikle mümkün olur.
Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, insanları evlenmeye teşvik etmiştir.
Evlenmenin amacı, sadece erkekle kadının şehevî duygularını tatmin etmeleri değil, insanların üremesini sağlamaktır. Şehvet duygusu, neslin devamı için sadece bir araçtır.
Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz:
“Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim.” sözüyle bunu vurgulamış ve evlenmenin asıl amacının üreme olduğunu belirtmiştir.(9)
Allah’ın tavsiye ettiği meşrû nikâh, öncelikle kişiye, Allah’ın mülkünde tasarruf yetkisi vermektedir. Bilindiği gibi her şey Allah’ın mülküdür. Allah’ın mülkünü O’nun istediği tarzda kullanmayan haram işlemiş olur. Öyleyse, kadın-erkek münasebetleri Allah’ın dilediği tarzda ve koyduğu şartlar çerçevesinde olmalıdır.
Kadın-erkek münasebetlerinde helâl olmayan tasarruflara dinimiz zina demiştir ve bütün cinayetler arasında zinaya en ağır ceza takdir edilmek suretiyle bu meselede Allah’ın mülkündeki haram tasarrufun dünyevî ve uhrevî neticelerinin azametine dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla Allah’a ve ahirete inanan bir kimsenin nikâh mevzuunda çok hassas olması, zandan, şüpheli durumlardan kaçınması gerekir.
İslam dininde evlenmenin hükmü sünnet-i müekkededir. Fakat bazı şartlarda farz, vâcip, hatta haram da olabilir:
1. Evlenmediği takdirde zina suçunu işleyeceğini kesinlikle bilen, malı ve bedeni evlenmek için yeterli olan kimsenin evlenmesi farzdır. Evlenmediği zaman zinaya düşüp düşmeyeceği kesin olmayan kimsenin evlenmesi vâciptir.
2. Evlenmediği zaman zinaya düşmekten korkusu olmayan, normal insanın evlenmesi sünnet-i müekkededir.
3. Evlendiği takdirde karısına kötülük edeceğini, ona karşı kocalık görevlerini yapamayacağını kesinlikle bilen kimsenin evlenmesi ise haramdır.(10)
İslam evlenip yuva kuracağımız eşi seçerken bazı hususlara dikkat etmemizi istemektedir. Zira eş, ailenin direğidir. “Yuvayı yapan dişi kuştur.” Yuvayı yapacak, çocukları eğitecek, yetiştirecek hayat arkadaşını seçerken güzelliğinden, soyundan ve malından çok dindarlığına ve iyi ahlâk sahibi olmasına dikkat edilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı, soyu, güzelliği ve dini. Siz dindar olanı tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün.” (11)
Yani erkekler evlenirken bu dört özelliği göz önünde bulundururlar. Bu özelliklerin hiçbirini aramayan erkek yoktur denilebilir. Bunların içinde en az rağbet gören özellik de dindarlıktır. Hâlbuki kadının tercihe şayan olan özelliği dindarlıktır.
Hadis-i şerifte bu özellik en son olarak zikredilmiştir. Bunun hikmeti ise, halkın genellikle ilk üç özelliğe gösterdikleri rağbetin yersizliğine ve bunlardan vazgeçip, son özelliğe önem verilmesine işaret etmektir. Evlenilecek kadında aranan en önemli özellik kadının dindarlığı olmalıdır. Diğer özellikler tâlî derecede yer verilmelidir.
Abdullah b. Amr radıyallahu anhtan rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte Rasu lullah sallallahu aleyhi ve sellem malın ve güzelliğin getirebileceği kötü sonuçlara dikkati çekerek, evlilikte dindarlık dışındaki bir tercihi açıkça yasaklamıştır.
“Sırf güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Çünkü güzelliklerinin onları (kibir ve gurur sebebiyle) alçaltacağından korkulur. Onlarla sırf mal ve mülkleri sebebiyle de evlenmeyin, zira mal ve mülkün onları azdıracağından korkulur. Fakat onlarla dindarlıklarından dolayı evlenin. Yemin olsun, burnu kesik, kulağı delik siyahî dindar bir köle (dindar olmayan hür kadınlardan) daha üstündür.”(12)
Ebu’l-Esved ed-Düelî, çocuklarına şöyle deyip övünürmüş: “Küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve doğumunuzdan önce size iyilik ettim.” Doğumlarından önce kendilerine nasıl iyilik ettiğini soran çocuklarına: “Size, sövülmeyecek bir anne seçtim.” demiştir.(13)
Dinimiz, evleneceklere dindar eş arama hususunda ısrarlıdır. Bu hususa ayet-i kerimede dahi yer verilmiştir.(14) Yine ayet(15) ve hadiste kadında övülen bir diğer vasıf ise kadının itaatkâr olmasıdır.
Evlilik kurumunun başarıyla yürütülmesi ve her iki tarafa da mutluluk ve huzur getirebilmesi için karı kocanın birbirine karşı hoşgörülü ve anlayışlı olması şarttır.
İslam’a göre kurulan aile yuvasının daha sağlam ve kalıcı olması için, evlenecek çiftlerin birbirini görmesi ve konuşması caizdir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, evlenmek isteyenlere, alacakları kızı önce görmelerini, bunun ileride anlaşmaları için gerekli olduğunu söylemiştir:
“Allah, bir erkeğin kalbine, bir kadınla evlenme düşüncesi sokarsa, o kimsenin, o kadına bakmasında bir günah yoktur.”(16)
Bir kızla evleneceğini söyleyen Muğîre İbn Şu’be’ye, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem alacağı kızı görüp görmediğini sormuş, o da görmediğini söyleyince: “Git onu gör, ileride anlaşmanızın sürekliliği için bu, ikinize de iyidir.” (17) demiştir.
Ancak İslam’a göre kızla erkek sadece bir mahrem yanında birbirlerini görebilirler. İkisinin yalnız başına bir arada kalmalarına, gezip tozmalarına, güncel tabirle flört yapmalarına İslam kesinlikle izin vermez. Günümüzde yaygınlık kazanan bazı hallere dinimiz kesinlikle izin vermez: Gençler birbirlerini daha yakından tanıyıp daha sağlam evlilik yapmak bahanesini ileri sürerek beraber gezmek, tozmak, seyahat etmek gibi aşırılıklara düşüyorlar. İslam’ın uygun gördüğü “görme” ile bu çeşit beraberliğin hiçbir ilgisi yoktur. NitekimHz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Bir erkek, bir kadınla ancak kadının bir mahremi olmak şartıyla beraber bulunabilirler.”(18)
Dünya ve ahiret mutluluğunu hedef alan dinimiz, toplumun en önemli temeli olan ve nikah akdiyle kurulan aileyi, sevgi ve saygıya dayanan bir kurum olarak nitelendirmektedir. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bir aile düzeninde huzur ve mutluluk vardır. Sevgi ve saygının olmadığı ailede mutluluktan ve huzurdan söz etmek mümkün değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, eşler arasında var olan sevgi, saygı ve derin dostluk, ‘Allah’ın yüceliğini gösteren ayetler’(19) olarak nitelendirilmektedir.
Ailenin temel bireylerinden olan karı ve kocanın birbirine karşı hak ve sorumlulukları vardır.(20) Ailede herkes görevini tam olarak yapmalıdır. Aile yuvasının temeli olan eşler karşılıklı hak ve görevlerini bilir ve buna göre hareket ederse, aile ocağı mutluluk ve neşe kaynağı olur. Ailede erkeğin kadına nasıl davranacağı konusunda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
“İmanı en olgun olan mümin, ahlâkça en güzel olandır. Sizin en hayırlınız da eşlerine en güzel davrananızdır.” (21)
Eşler yuvada mutluluğu sağlamak için gerekli fedakârlığı göstermeli, huzur bozucu tutum ve davranışlardan sakınmalıdırlar. Erkek, hanımını hoş tutmalı, ona nazik davranmalı ve merhamet duygularıyla hareket ederek ailesini korumaya ve geçimini sağlamaya çalışmalı ve aile bireylerine sevgi göstermelidir. Kadın, eşine saygı, çocuklarına sevgi göstermeli; evdeki işleri zamanında ve itinalı olarak yapmalı eşi de ona yardımcı olmalıdır. Ayrıca kadın, evini, malını, kendisinin, kocasının ve çocuklarının iffet ve şerefini korumalı, kocasına sevgi ile bağlanmalı ve yaptığı harcamalarda israftan kaçınmalıdır. Çocuklar da anne ve babalarına saygılı davranmalı, onların isteği doğrultusunda eğitim ve öğretimlerini yapmalıdırlar.
Aile içindeki küçük tartışmalar ciddiye alınmamalı ve kavga etmekten de kaçınılmalıdır. Şiddetli geçimsizlik ve kavgalar sonunda parçalanan ailelerin sayısı az değildir. Son yıllarda boşanma olayları artmıştır. Boşanma sonunda aileler perişan olmakta, aile ortamından uzakta yaşayan çocuklar da istenildiği gibi eğitimlerini yapamamaktadırlar. Sonuçta, kendisine yeterince güvenmeyen, problemler karşısında bocalayan ve başarı seviyesi düşük bir gençlik ortaya çıkmaktadır. Bu ise, memleketimizi her alanda olumsuz olarak etkilemektedir.
Ailede huzuru ve mutluluğu sağlamak için sevgi ve saygı şarttır. Aile bireyleri arasındaki sevgi, saygı ve bağlılık da tek taraflı değil karşılıklı olmalıdır.
Netice olarak diyebiliriz ki, İslam dini fıtratın bir gereği olan evlenmeyi, sağlıklı nesiller yetiştirmeye vesile olan aile müessesesinin kurulmasını gerekli ve önemli bulmuş ve karşılıklı sevgi ve saygı esasına dayanan, hak ve sorumluluklarının bilincinde olan mutlu bir aile yuvasının oluşturulmasını hedeflemiştir.
Gençleri evlenmeye ve aile kurmaya davet eden Sevgili Peygamberimiz yaptığı mutlu evliliklerle bizlere her konuda olduğu gibi bu konuda da en güzel örnek olmuştur.
Gayri meşrû ilişkilerin alabildiğince yaygınlaştığı ve özendirildiği günümüzde kendimizi ve çocuklarımızı korumaya alabilmemizin en güzel yolu mutlu bir aile yuvası olduğunda şüphe yoktur.
Kaynaklar:
1- Rağıb el-İsfahanî, Ebu’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed, Müfredatu Elfazı’l-Kur’an, ed-Dâru’ş-Şamiyye, Beyrut 1992, s.823; Zuhaylî, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, (trc. Komisyon), İstanbul, 1994, IX, 27.
2- Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Yay., İstanbul trs, II, 5; Zuhaylî, age., IX, 27.
3- Nahl, 16/72.
4- Nur, 24/32.
5- Buhârî, Nikah, 2; Müslim, Nikah, 5; İbn Mâce, Nikah, 1; Nesâî, Sıyâm, 43; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 378.
6- İbn Mâce, Nikah, 1.
7- Müslim, Radâ', 17.
8- İbn Mâce, Nikah, 5.
9- Ateş, Süleyman, Kur’an’a Göre Evlenme ve Boşanma, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst, trs., s.4.
10- Zuhaylî, age., IX, 29; Ateş, age., s.4-5.
11- Bkz., Buhârî, Nikah, 15; Ebû Dâvûd, Nikah, 2; İbn Mâce, Nikah, 6; Nesâî, Nikah, 13; Dârimî, Nikah, 4; Mâlik, Muvatta, Nikah, 21.
12- İbn Mâce, Nikah, 6.
13- Ahmed el-Gandur, el-Ahvâlu'ş-Şahsiyye fi't-Teşrî'i'l-İslâmiyye, Kuveyt, 1972, s.27; Ateş, age., s.5.
14- Bakara, 2/221.
15- Nisâ, 4/34.
16- İbn Mâce, Nikah, 9.
17- İbn Mâce, Nikah, 9.
18- Buhârî, Nikah, 111; Müslim, Hac, 434; Tirmizî, Rada', 16.
19- Rum, 30/21.
20- Bakara, 2/228.
21- Nevevî, Muhyiddin Ebu Zekeriyya Yahya b.Şeref, Riyazü’s-Salihin, Ankara 1995, I, 320.
Sosyolojide Aile Nedir
Evlilik, kan yada evlat edinme bağlarıyla birbirine bağlı, tek bir hane halkı oluşturan, karı-koca, ana-baba, kız ve oğul, kız ve erkek kardeş olarak herbiri kendi toplumsal konumu içinde birbirlerinin karşılıklı etkileyen, ortak bir kültür yaratan, paylaşan ve sürdüren bireyler grubu. Ayrıca aile topluluğu, tek bir hane halkını oluşturduğu için çoğu kez hane halkı terimiyle kullanılır.
Aile, çok büyük önemi olan tabii bir toplumdur. Çünkü, çocukların korunması ve yetiştirilmesi, anne ve babaya ancak sürekli bir beraberlik sayesinde yürütebilecekleri bir takım görevler yükler. Bu yüzden ailede eğitimin yeri çok önemlidir.
AİLEDE EĞİTİM
1. Anne ve Babanın Davranışları:
İnsan ilişkileri içinde en uzun ömürlü ve önemli etkileri olanı, hiç kuşkusuz anne-baba ile çocukları arasında olan ilişkilerdir. Bir de çocuğun yetişmesinden başarı ya da başarısızlıklarından yalnızca veya yüzde yüz anne-babayı sorumlu tutmak doğru değildir. Çünkü çocuk yalnızca anne ve babasının aile eğitiminin etkisi altında kalmış olsaydı, bir ailedeki tüm çocukların birçok özellikleri yönünden birbirlerinin aynı olmaları gerekirdi. Her çocuk ailenin parçasıdır. Fakat çocuğun yetişmesi ve gelişmesinde okulun ve en geniş anlamda toplumunda sorumlulukları da katkılardan biridir. Bence, anne-babaları tarafından gerçekten sevilip sayıldıklarına inana çocuklar davranışlarında daha bağımsız ve kendilerine daha çok güvenen insanlar durumuna gelmektedirler. Çocuğun kişiliği önce ve esaslı olarak anne-babası arasında biçimlenmeye ve renk almaya başlar. Ancak bir çocuğun aile çevresinde kazandığı kötü alışkanlıkları değiştirmek, kolay bir iş değildir. Atalarımız, öncelikle ilk yıllardaki etkilerin önemini belirtmek için “Ağaç yaşken eğilir” demişlerdir. Yapılan incelemelerde gösterdiği gibi hayatında anne-babasının her yaşta kişiliği üzerinde etkisi olmaktadır. Eğer bu etkiyi derecelendirmek, ağırlık ve önem bakımından bazı dönemlere ayırmak gerekirse özellikle doğumdan 5 yada 6. Yaşın sonuna kadar insan hayatındaki önemi çok büyüktür.
Bunun nedenleri;
a. Bir çocuğun anne-babası ile bir arada olma süresi ve bu dönemde, hayatının diğer dönemleri ile kıyaslanamayacak kadar uzundur.
b. Kimi anne-babalar, özellikle bu yaşlardaki çocuklar için “daha yaşı küçüktür, nasılsa bir şeyler anlamaz” diye düşünebilirler.
Bu türlü fikirler anne-babaların çocuklarına karşı davranışlarında, birbirlerine olan ilişkilerinde daha az hassas, daha az dikkatli olmalarına neden olmakta ve ruh sağlığının bozulmuş, uyumsuz bir duruma gelmiş insanların çoğunun hayat hikayelerinin dinlenince bu gibilerinin ruh sağlıklarının bozulmasını sağlayan nedenlerin köklerinin bu yaşlara kadar gelip dayandığı görülmektedir. Bu genel niteliklerden bahsettikten sonra hangi davranışların çocukların üzerinde etkili olduğundan bahsedebiliriz:
I- Anne-Babaların Sorumlulukları: Her anne-babayı bekleyen sorumluluklar vardır. Çocuğun yaşı ilerledikçe anne-babasının taşıyacağı sorumluluklar azalır. Bir kısmı uzar. Kimilerine göre anne-babaların en önemli sorumlulukları: çocuğun yemek, içmek, giyim, kuşam vb. gibi temel ihtiyaçlarını gidermektir. Oysa anne-babaların sorumlulukları bunları aşan çok daha geniş, daha başka konuları kapsamaktadır. Çocukların bazı temel ihtiyaçları vardır ki, bunların sağlıklı ve dengeli olarak giderilmesindeki sorumlulukların önemli bir kısmı anne-babaları ilgilendirir. Özellikle büyüme ve gelişmenin çok hızlı olduğu okul öncesi çağında ve daha sonraları çocuğun yemesiyle, giyimi, kuşamıyla, uykusu, dinlenmesi ve oyunuyla ilgilenmesi gereken anne-baba, çok küçük yaşlardan başlayarak örneğin cinsel eğitimiyle de ilgilenmek zorundadır. Öte yandan çocukların ruhsal ve toplumsal nitelikleri temel ihtiyaçlarının (güven, başarı elde etme, sevgi, beğenilme, birlikte yaşama) giderilmesinde de anne-babalara düşen önemli görevler vardır. Suçluların, alkoliklerin, hayatına son verenlerin, ruh hastalarının, kötü yola sapmış kişilerin hayat öykülerini gözden geçirdiğimizde, bu insanların bu duruma gelmelerinde anne-babalarının payının büyük olduğu görülmektedir.
Çocuk yetiştirmede anneye ve babaya düşen görev ve sorumluluklar ayrıdır. Günün yorucu iş hayatından eve yorgun argın dönen ve bu yüzden de kendini haklı bulan babaların yaşayışları hemen hemen aynıdır. Yemekten sonra günlük gazete ve dergileri gözden geçirmek sonra da yatıp uyumak anneler ve çocuklar tarafından babalarının kendileriyle yeteri kadar ilgilendirmedikleri düşüncesine kapılmasına sebep olur. Babalarından bazı davranışlar beklerler. Örneğin; ev işlerinde hanımlarına yardım etmeleri, çocuklara bakmaları gibi. Bir erkeğin baba olarak aile bireylerine karşı yerine getirmekle zorunlu olduğu bazı davranışlar vardır ki, durum ne olursa olsun ne kadar yorgun ve meşgul olursa olsun unutulmaması gereken davranışlardır bunlar. Bu davranışlar nelerdir?
a. Aile bireylerinin ihtiyaç duyduğu ilgi ve sevgiyi vermede, bir baba olarak bazı görev ve sorumlulukları olduğunu unutmak.
b. Çocukların babaları tarafından okşanmak, sevilmek istediklerini unutmamak.
c. Çocuklar okulda yada sokakta yaptıklarını, başarılarını babalarına anlatmak isterler; onları anlayışla karşılamak.
Bunları gerçekleştiren babalar hem kendileri dinlenmiş olurlar, hem de bu davranışlarıyla çocuklarının gözünde büyür aranan bir baba durumuna gelirler. Tabi bu arada annelerin de bu konuda üzerlerine düşen bir görevi vardır. Para kazanmak, ailesini geçindirmek nedeniyle geç saate kadar çalışıp eve yorgun argın gelen babaların içinde bulunduğu durumu çocuklarına anlatmak, böylece çocuklarının babalarına karşı daha anlayışlı davranmalarına yardımcı olmak. Babalarının durumunu yakından bilen çocuklarda babasıyla olan ilişkilerinde isteklerinde ölçülü olurlar. Böylece çocuklarda babalarına karşı yanlış birtakım duygu ve düşüncelerin yerleşmesi de önlenmiş olur. Çocuk bakımı ve eğitimi görevini, sorumluluğunu bir yüke benzetirsek bu yük karı-koca tarafından birlikte taşındığı zaman ağırlığı pek hissedilmez. Eğer yükün taşınması yalnız bir kişinin omuzlarına bırakılırsa, ağırlığı işte o zaman o kişiyi ezer, yorar, bunaltır. Annenin ailedeki yerine, görev ve sorumluluklarına gelince; “Yuvayı yapan dişi kuştur” Sözünden anlaşıldığı üzere anneyi bir evin direği, koordinatörü ve rehberi olarak görürüz. Aile içinde herkesin hakkını gözetmede, herkesin yeri ve değerini saptamada denge sağlamaya çalışan bir kişi. Para kazanma konusunda ise çocuklar genelde babalarının çalışmalarını normal karşılarlar ama annelerinin zorunlulukla da olsa çalışmalarını istemezler. Bu yüzdendir ki bir anne çalışamaya karar vermeden önce çocuklarının yaşları, ruhsal durumlarını dikkate almalı ve neden çalışması gerektiğini anlayacakları dilde onlara anlatmalıdır.
II- Sevgi, saygı ve sevecenlik: İnsan hayatında çok yüce ve çok anlamlı bir yeri ve değeri olan bu duygular insanda doğuştan mevcut değildir. İnsanoğlu bu duyguları doğduktan sonra yaşayarak, görerek öğrenir ve o da bu duyguları başkasına göstermeye, uygulamaya başlar. Herhangi bir ihtiyacını karşılamak amacıyla yavrusunu kucağına alan, bağrına basan bir anne, bu davranışlarıyla sevilmenin, sevmenin ilk derslerini vermektedir. Sevilmeyi böylece öğrenmeye ve yavaş yavaş alışmaya başlayan çocuk kısa bir süre sonra da bir besin maddesi gibi sevmeyi sevilmeyi bekler. Diğer bir deyişle sevgi böylece temel bir ihtiyaç durumuna gelir çocuk için. İşte bu noktadan sonra özellikle annelerin, artık çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Bir annenin çocuğuna gösterdiği sevginin ölçüsünde yanlış bir istikamete yönelmesi hem ileride çocuğuyla olan ilişkilerinde içinden çıkılmaz bir duruma sokabilir, Hem de az sonra belirteceğim nedenler yüzünden çocuğun kişiliğinin etkilenmesine yol açabilir. Hayatın ilk yıllarında çocuk, annesinin sürekli bakımına muhtaçtır bu yüzden annesi ile çocuk arasında çok yakın bir bağlılık başlar. İşte tam bu sırada annenin çocuğuna göstereceği ilgi, sevgi ve koruma gibi davranışların ölçüsünde bir anormallik, bir dengesizlik gelişebilir. Örneğin bir bitkinin gelişip büyümesinde suya, havaya, güneşe ve gübreye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçları ancak belli ölçüler içinde alabilen bitkiler sağlıklı olarak büyüyebilirler. Gelişimi sırasında ihtiyaçtan fazla verilen su, bir fidanın çürümesine neden olabilir, susuzluk ise kurutabilir fidanı. Sevgi ve sevecenliğinde insan hayatında buna benzer etkisi vardır. Dengesi yada ölçüsü bozuk bir sevgi ve sevecenlik duygusu, hangi yönde gelişirse gelişsin çocuğun eğitimi üzerinde daima kötü ve olumsuz etkiler yapar. Bu duyguların sunuluşunda, doyuruluşunda azlık yada çokluk bakınız çocuğun kişiliği üzerinde nasıl etkilerde bulunur.
a. Aşırı Sevgi : Örneğin önce, aşırı derecede sevilerek yetiştirilmekte olan bir çocuğu ele alalım. Anne-babası tarafından her zaman okşanmaya el üstünde tutulmaya her isteği yerine getirilmeye övülmeye alıştırılmış olan çocukla, anne-babası arasında son derece yakın bir bağlılık meydana gelir. Bu bağlılık önce çocuğun gelişmesini ve olgunlaşmasını önler ve geciktirir. Yaşının ilerlemesine karşın, çocuğun çocuk kalmasına neden olur. Bunun yanısıra, çocuk aynı sevgiyi diğer insanlardan bekler. Bunu bulamayınca da büyük düş kırıklığına uğrar. İnsanların onu sevmediği, ona değer vermediği gibi yanlış düşüncelere kapılabilir. Bunun sonucu olarak çevresindeki insanlara düşman kesilir yada insanlara karşı düşmanca duygular besler. Annesi babası tarafından aşırı derecede sevilen çocukların gereksiz yere sık sık öpüldüğü, okşandığı, zaman zaman da anne-babasının yatağına yatırıldığı görülmektedir. Bu türlü davranışlar çocuğun cinsel hayatı üzerinde çok olumsuz etkilerde bulunur. Böyle yetiştirilen çocuklar yetişkinlik yıllarında bile bu bağlılığın etkisinden kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Cinsel hayatlarında bu yüzden oluşan bazı durumlar, sapıklık ya da anormallikler ömürleri boyunca bu gibileri huzursuz ve uyumsuz yapar. Acaba hangi çocukların aşırı derecede sevilmesi ya da korunması ihtimali vardır. Yapılan incelemelere göre anne-babaları tarafından aşırı derecede sevilmeleri yada korunmaları ihtimali bulunana çocuklar şunlardır: Tek çocuklar, ailenin en küçük çocukları, anne-babanın yaşlılık çağlarında dünyaya getirdikleri çocuklar, çok güzel çocuklar, uzun yıllar bekleyişlerden sonra dünyaya gelen çocuklar. Bir evin bir kız yada bir oğlu olan çocuklar, nineler ve dedeler tarafından özel bir sevgiyle sevilen çocuklar…vb. Bir bilim adamına göre; çocukları aşırı derecede sevmek, korumak gibi davranışlar, nevrotik ana-babalarda (yani kaygılı, kuruntulu, kuşkulu) daha çok görülmektedir. Bir kısmını sıraladığımız bu ve benzeri nedenleri bilen ana-babalar böyle durumlarda biraz uyanık ve tedbirli olurlarsa çocuklarını gelecekte beklediğini söylediğimiz düş kırıklıklarından ve tehlikelerden korumuş olurlar.
b. Sevgi Azlığı: Şimdi birazda konunun öbür yüzüne bakalım:Yani sevgi yokluğu sevgi azlığı konusu. Hiçbir anne-baba kendisine katı yürekli denmesini istemez. Ne var ki, zaman zaman elde olmayan nedenler yüzünden de çocuklarımıza böyle davrandığımız, çok katı, çok sert çıkışlar yaptığımızda bir gerçektir. Çocuklarımızın beğenmediğimiz davranışları karşısında, sert çıkışlar yaparız bağırıp çağırırız. ”Artık sen bizim çocuğumuz değilsin, sevmiyoruz seni…” gibi bir bakıma doğru olmayan çıkışlardır bunlar. Oysa bir çocuk için cezaların en büyüğü onun gözünde çok büyük anlam ve değer taşıyan annesinin ya da babasının sevgisini yitirmektir. Bu gibi davranışlara sık sık başvuran anne-babaların çocuklarında büyük bir güvensizlik duygusu, çekingenlik ve korku durumu görülür. Yalnız kendine değil, anne-babasına karşı olan güveni de azalır çocuğun. Kötü, beğenilmeyen davranışlar karşısında çocuğa gelişi güzel söylenmiş olan,
“Artık seni sevmiyorum” gibi sözleri çocuk ciddiye alır. Çocuk çok yıkıcı ve derin izler bırakan etkileri olur bu gibi sözlerin. Oysa herkes bilir ki; sevilmeyen, beğenilmeyen çocuğun kendisi değil davranışlarıdır. Ne var ki, çocuk aradaki farkı anlayamaz, kavrayamaz. Gelişi güzel söylenmiş sözler ya da bu konudaki kusurlu davranışlar çocukta; “Artık annem babam beni sevmiyorlar” gibi yersiz bir takım duygu ve düşüncelerin gelişmesine yol açabilir. Yalnızca kötü davranışları üzerinde durulduğunu, azarlandığını, sevilmediğini; iyi davranışlarına ise hiç ilgi gösterilmediğini gören çocuklarda yanlış birtakım kanılar da doğabilir. Bu gibi çocuklar büyüklerine karşı küskünlük duyarlar, içlerine dönerler, kendilerine karşı güvenleri azalır. Suç işleyenlerin, ruh sağlığı ciddi olarak bozulmuş kimselerin, uyumsuz davranışlar gösteren kimselerin çoğunluğunu özellikle anne-baba sevgisinden yoksun olarak yetişmiş insanlar oluşturmaktadır. Anne-babanın dışarıda çalışması sonucunda ilgisiz ve sahipsiz kalan çocukların akrabandan sevilmeyen birine benzeyen çocukların bazen sakat, özürlü, sakat, zekaca geri, çirkin yada istenmeden dünyaya gelen çocukların sevilmemeleri ihtimali çok kuvvetlidir. Bu arada, zekaca düşük düzeyde olan kimi ailelerin zekaca üstün durumda olan çocukları sevmedikleri de görülebilir. Annenin özellikle çok küçük yaşlarda çocuğuna göstereceği yakınlık ve sevginin derecesi çok önemlidir. Eğer bu sevgi ve ilgi duygusal yönden doyurucu nitelikteyse çocuğunda diğer insanlara karşı aşağı yukarı aynı tepkide bulunması ihtimali çoktur. Eğer çocuk ailesinden bu duyguları yeterince almamışsa, bir insan için çok önemli olan bu temel ihtiyaçları kadar giderilmemişse, çocuğun ileride insanları sevmeyen onlardan uzak duran soğuk bir duruma gelmesi beklenebilir. Sevginin kişi hayatındaki yerini ve önemini açıklarken saygı kavramının da bu duygunun içinde bulunduğunu kabul etmek gerekmektedir. Öteden beri süregelen yanlış anlayışa göre saygı yalnızca yaş ve makam yönünde bizden daha üst durumda olanlara gösterilmesi gereken bir duygu bir davranış biçimidir. Oysa saygı: küçük, büyük farkı gözetmeksizin; karşımızdaki ne ve kim olursa olsun, onun herşeyden önce en az bizim gibi ve bizim kadar bir insan olduğunu kabul ederek herkese vermemiz gereken bir değerin belirtisidir. Çocuklarımızı adam yerine koymak onlara gerçekten insan gibi davranmak, onların görüş ve düşüncelerine önem vermek, değer vermek… İşte tüm bu davranışların toplamı, çocuklarımıza duyduğumuz saygının ölçüsünü ortaya koyar. Bu anlayışa göre, bu hava içinde yetişen çocuklarda aynı davranışları başkalarına gösteren kimseler durumuna gelir.
III- Anne ve babaların Disiplin Anlayışı: Disiplin: Bir çocuğun kendi istek ve ihtiyaçlarıyla, çevresinden gelen istekleri bağdaştırmasına yardım etmek için planlanmış bir etki biçimidir. Fakat bu konu kimine göre “çocuğa nasıl davranması gerektiğini öğretmek.” Kimine göre “çocuğu cezalandırmak” kimine göreyse “çocuğa itaat etmesini öğretmektir.” Demektir. Disiplin konusunda başlıca üç görüş vardır. Bunlardan birincisi, çocuğun hemen hemen her davranışını yasaklayan, engelleyen, katı, sert ve özgürlük tanımayan otoriter disiplin anlayışı, ikincisi ise bu anlayışa tamamen aksi ve çocuğun hemen hemen her davranışına göz yuman aşırı özgürlük tanıyan hoşgörülü disiplin yolu. Üçüncüsü ise bu iki görüşün karışımı olan çocuğun gelişim ve büyüme dönemlerinin özelliklerini göz önünde bulundurarar zaman zaman davranışların hoşgörüyle karşılanması gerektiğin kabul eden disiplin yoludur. Eğitimciler bu disiplin anlayışı için (en güzel fakat uygulanması da o derece güç bir yol) demektedirler. Hemen söylemeliyim ki aşırı baskı yasaklamalar ve engellemelere dayanan disiplin anlayışı, bunun tamamen tersi aşırı özgülüğe sınırsız özgürlük ve hoşgörüye dayanan disiplin anlayışı, çocuğun eğitimi ve kişiliği ve eğitimi üzerendi aynı olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Bu tip disiplin anlayışlarına göre yetiştirilen çocuklar şaşkın ürkek, çekingen, ne yapacağını bilemeyen güçsüz kişilikli kimseler durumuna gelmektedir. Çocuğun birşey yapması, yada yapmaması istenirken ona daima nedeni anlatılmalı, açıklanmalıdır. Çocuğun eğitiminden sorumlu kimseler arasında disiplin anlayışı yönünden birbirinden farklı görüşlerin bulunması da çocuğu şaşırtır. Öyle davranışlar vardır ki bunlar, bu davranışları değerlendirenin görüşüne göre değişir. Birine göre normal ve doğru sayılan bir davranışın öbürüne göre anormal sayılması birinin hoşgördüğü bir davranışı öbürünün yasaklaması beğenmemesi gibi durumlar çocuğu şaşkına çevirir. Anne babanın dengesiz davranışlarınn da disiplin üzerinde çok derin olumsuz etkileri vardır. Çocuğu bir dakika öncee öper, sever yada başının üstüne çıkarırken, bir dakika sonra yaptığı bir kusurlu davranış yüzünden azarlamak, cezalandırmak… Kızılması gereken bir davranış karşısında köpürmek, bağırmak çağırmak, kızılacak bir davranışı ise hoş görmek bağışlamak… Bu gibi dengesiz davranışlar da çocuğu şaşırtır. Anne babasına karşı olan saygının azalmasına, güvenin yok olmasına neden olabilir. Disiplin konusunda son olarak diyebiliriz ki çocuğa her zaman her yerde, kendi kendini denetim altına alabilme gücünü ve alışkanlığını vermeye, kazandırmaya çalışmalıyız. Davranışlarını bir başkasını sevindirmek bir başkasının gözüne girmek yada birinden korktuğu, çekindiği için değil, doğruluğuna, öyle yapılması gerektiğine inandığı için ayarlamak. Bu alışkanlığı kazanmış bir kişi her zaman ve her yerde aynı biçimde davranır. Böyle bir insan, davranışlarını ayarlarken daima önce kendisini düşünür. Kendi kendine hesap vererek davranışlarını buna göre bir yön ve biçim vermeye çalışır.
a. Aşırı baskı ve disiplin anlayışı: Aşırı baskı ve sıkı disiplinin çocuğun kişiliğini hiçe sayan bir davranış biçimidir. Böyle yetişen çocuklarda genel olarak iki tepki görülür. Bunlardan biri: çocuğun sinmesi içine kapanması, uysal ve söz dinler görünmesi ötekisi ise açıkça karşı koymak her türlü otoriteye baş kaldırmak kimi çocuklarda da her iki davranışa da rastlayabiliriz. Yapılan incelemeler göre aşırı baskı ve sert disiplin altında yetiştirilen çocuklarda şu davranışlar görülmektedir: 1.Anne babalarından nefret etmek. 2.Insanlarla iyi geçinememek, kavgaci ve geçimsiz kimseler durumuna gelmek. 3.Sinirlerine hakim olmakta güçlük çekmek, alıngan ve çabuk parlayabilen bir kişiliğe sahip olmak. 4. Ne kendilerine ne başkalarına güvenememek. 5.Her türlü otoriteden nefret etmek. 6.Bir takım yersiz korku ve kaygıları olmak. 7.Arkadaşları edinmekte güçlük çekmek.
b. Aşırı serbestlik ve gevşeklik: Çocukların çok sıkı bir disiplin altında geçmiş kimi anne ve babalar (biz çektik, çocuklarımız çekmesin) diyerek, çocuklarının davranışlarında tamamen özgür bırakırlar. Öte yandan kimi anne-babalarda çok meşgul oldukları, çocuklarına ayıracakları zaman bulamadıkları için çocuk kendiliğinde denetimsiz ve özgür kalır. Sıırsız bir özgürlük içinde yetişen bu çocuklara neyin iyi, neyin kötü, neyi yapabilecekleri, neyi yapmanın kendilerini güç duruma sokabileceği gibi hususlar öğretilmediği için onlar da her akıllarına geleni yapmakta hiç bir sakınca görmezler. Tabi bu yüzden de zaman zaman güç ve tehlikeli durumlara düşebilirler. En basit anlamda bir baskıya da müdahale böyle yetişen çocukları çok rahatsız eder. Hemen tepkide bulunmalarına neden olur. Başkalarının hakkına saygı ve iş birliği gibi davranışları öğrenmedikleri için yalnız kendilerini düşünen, bencil davranışları yüzünden sevilmeyen, istenmeyen insanlar durumuna gelirler.
c. Ceza ve ödülün etkileri: Çocuklara; kötü ve beğenilmeyen davranışları bir daha tekrar etmemeleri için ceza, iyi ve beğenilen davranışları teşvik etmek, gayrete getirmek için de ödül verilir. Ceza ve ödülün bir işe yaraması etkili olabilmesi için çok dikkatli kullanılması gerekir. Aksi halde hiç bir işe yaramadığı gibi, ters etkileri de olur. Çocuğa ceza verilmeden önce, cezalandırmayı düşündüğümüz davranışın nedeni araştırılmalıdır. Kimi çocuklar bilmedikleri için bilgisizlikleri yüzünden kötü yada beğenilmeyen bir davranışta bulunurlar ve kendilerine bu yüzden bağırlıdığı kızıldığı ve ceza verilmek istendiği zaman şaşırırlar. O zaman anlarlar kötü birşey yaptıklarını. İşte böyle bir çocuğu cezalandırmak büyük bir haksızlık olur. Bu gibi çocukları cezalandırmak yerine neden kusurlu kabahatli bir duruma düşmüş olduklarını açık açık anlatmak ve böylece bu davranışın tekrarını önlemeye çalışmak daha etkili bir yoldur. Cezanın etkili olabilmesi için çocuğun, niçin cezalandırılması gerektiğini açıkça bilmesi gerekir. Öte yandan çocuğun davranışlarıyla verilen ceza arasındaki ilişki çocuk için önemlidir. Eğer çocuk davranışlarıyla verilen ceza arasında adil dengeli ve olumlu bir ilişki olduğu sonucuna varırsa durumda şikayetçi olmaz. Çünkü verilen ceza yerindedir. Ancak böyle kullanılmadığı zaman çocuk verilen cezadan ders alır. Verilen ceza; çocuğun davranışlarıyla karşılaştırılınca çok hafif ya da çok ağır olmuşsa böyle bir ceza çocuk üzerinde yapıcı değil yıkıcı etkide bulunur. Hafif cezalar ağır cezalardan daha etkilidir. Kimi çocuklar için bir sert bakış kimileri için bir acı söz, kimileri için uzun bir süre devam etmemek koşuluyla bazı hak ve ayrıcalıklardan yoksun bırakmak etkili bir ceza olabilir. Anne ve babalar ceza vermeden önce verecekleri cezanın tam anlamıyla uygulanabilmesi mümkün mü değil mi, düşünmelidirler. Aksi durumda çocuğun gözünde alay konusu olur. Bu cezanın da hiçbir etkisi olmaz. İçe dönük kendilerine karşı güvenleri olmayan çekingen çocuklar üzerinde cezanın çok olumsuz etkileri vardır. Verilen cezalar bu gibi çocukların daha çok kendi kabuklarına çekilmelerine kendilerine karşı güvenin daha da azalmasına neden olur. Eğer çocuğun cezalandırılması gerekiyorsa içinde bulunduğu ruhsal durum göz önüne alınmalıdır. Çocuk çok kızmışken aklı başında değilken, çok sinirli bir durumdayken verilen cezalar, kızgın motora soğuk su dökmeye benzer. Çocuğun daha sert tepkilerde bulunmasına sebep olabilir. Kısacası olumlu olmaz, bu durumda verilen cezanın. Biraz da ödülden söz edelim. Çocuğun başarılarını övmek güzel ve hoşa giden davranışlarının tekrarını sağlamak amacıyla ve özendirmek için zaman zaman çocuğun ödüllendirilmeye ihtiyacı vardır. Ödül denilince akla hemen para ve çeşitli armağanlar gelir. Eve çocuğumuzu zaman zaman ödüllendirirken para ve armağanlar bir ödül aracı olarak kullanılmalıdır. Bunun herhangi bir sakıncası yoktur. Kanımızda çocuğun başarılarılarını beğenilen davranışlarını ödüllendirmenin de etkili yolları vardır. Örneğin güzel ve tatlı sözlerle çocuğun başarısı övmek zamanında ve yerinde candan bir sağol gibi sözler çocuğu kucaklayıp öpmek çoğu zaman maddi ödüllerden daha etkilidir. Ödülü iyi bir davranışın devamını sağlamak özendirmek için bir araç olarak kullanmak gerekir. Çocuk davranışlarını sonunda alacağı ödüllere verilecek armağanlara göre ayarlamaya başladımıydı ödül artık araç olmaktan çıkar, amaç olur. Oysa çocuk aramağan almak için başarılı olmaya değil başarıya ulaşmak için başarılı olmaya çalışmaktadır. Çocuk bir takım iyi davranışları elde etmenin sonunda armağan alabileceği için değil fakat o davranışların gerekliliğine, iyilik yada doğruluğuna inandığı için tekrar etme alışkanlığını kazanmalıdır nokta. Çok çocuklu ailelerde anne babanın bu konuda çok hassas olması gereken birbaşka nokta da şunlardır: Bir çocuğu yaptığı iş yada başarısı nedeniyle ödüllendirirken bu davranışın öteki çocukları üzerindeki etkilerini hesaba katmak. Böyle durumlarda anne babanın yapacağı en küçük bir yanlışlık, öteki çocukların kardeşlerini çekememelerine kıskanmalarına neden olabilmektedir. Kardeşler arasındaki ilişkilerin, dengenin bozulmaması için o gün göze çarpan bir davranışı bahane edilerek onlar da övülmelidirler. Kimi anne babalar çocuklarından birinde gördükleri iyi bir davranışı yada başarıyı ele alarak bu çocuklarını över ve armağanlara doğarken bu fırsattan yararlanarak öteki çocuklarıyla bu çocuğu kıyaslamaya kalkarlar. Böylece sanarlar ki bu aleyhte kıyaslama sonucu öteki çocuklar örnek olan kardeşlerinin davranışlarını, hemen taklide kalkışacaklardır. Tecrübeli anne babaların da çok iyi bildikleri gibi bu tutumla olumlu sonuç almak şöyle dursun, anne babalar kardeşi kardeşe düşürürler. Bu tip aleyhte kıyaslamalar kardeşler arasındaki kıskançlığı birbirlerine düşmanca davranışlarda bulunmalarına neden olur
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|