Birlik, Beraberlik, Kardeşlik ve Dayanışma Müminlere Güç Verir.
NİÇİN AİLE BAĞLARI
Toplumu meydana getiren unsurlardan biride akrabalıktır. Dinimiz akrabalık ilişkilerine çok önem vermiştir.
Cenab-ı Allah Kuranı Kerimde ;“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, idare ve himayeniz altında olanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”(1) buyurmaktadır.
İslam dini akrabalar arasındaki bağın koparılmasını büyük günahlar arasında saymıştır. İnsanın diğer insanlarla olan ilişkileri yakınları ile olan ilişkilerine göre şekillenir. Buna göre yakınları ile iyi ilişkiler içinde olmayan insan diğer insanlarla da iyi ilişkiler kuramaz.
Peygamber Efendimiz; “kim rızkının genişletilmesini, ömrünün uzatılmasını isterse akrabalarını ziyaret etsin.” buyurmuştur.(2).
Akrabadan muhtaç olanlara yardım etmek sıla-i rahim-in kapsamı içindedir. Zekât ve fitreleri öncelikle bakmakla yükümlü olduğumuz yakınlarımız dışındaki akrabalara yoksul olanlara vermemiz bu tür mali ibadetlerimizin daha çok kabulüne vesile olacaktır.
Pey. Efendimiz yine bir hadisinde;“yoksula bir şey vermeniz sadakadır, akrabaya bir şey vermenizin ise iki sevabı vardır. Birisi sadaka sevabı diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır”.(3) buyuruyor.
Üzülerek ifade edelim ki; nice anne babalar evlat yolunu, akraba yolunu beklemektedir. Halini hatırını soracak akraba ve dost aramaktadır. Gerek akrabalarımız, gerekse diğer insanlarla ilişkilerimiz gün geçtikçe zayıflamaktadır. Kendimiz dışındaki insanların problemlerini zamanla umursamaz hale geliyoruz. Huzuru, sevinci, üzüntüyü, varlığı, yokluğu bireysel olarak yaşamaya çalışıyoruz. Oysa sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler de paylaşıldıkça azalır.
Bir sahabe sevgili peygamberimize gelerek : “Ey Allah’ın Rasulü beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir ameli haber verir misiniz” dedi. Pey. Efendimiz “Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaz, namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, yakınlarını ziyaret edersiniz” dedikten ve adam uzaklaştıktan sonra Peygamberimiz, emir olunduğu şeyleri yaparsa cennete girer”(4) buyurmuştur.
Akraba ve dost ziyaretlerini asla küçümsemeyelim. Akraba ziyaretini Allah rızasını kazanmamıza vesile olacak bir amel olarak algılayalım. Anne babamızı, kardeşlerimizi, eş ve dostlarımızı ziyaret edelim, hal ve hatırlarını soralım, sıkıntı ve üzüntüleri paylaşalım. Bunun dinimizin bir gereği olduğunu unutmayalım.
Ayrıca akraba ile ilgiyi koparmanın ve onlara kötü davranmanın büyük günahlardan olduğunu da hatırımızdan çıkarmayalım.
Yüce Rabbimiz insanoğlunu toplumsal bir varlık olarak yaratmıştır. Bizi kuşatan en yakın sosyal çevre, ailemiz ve akrabalarımızdır. Bu sebeple dinimizin önemle üzerinde durduğu konulardan birisi de akrabalık bağlarının gözetilmesidir. Hem Kur’ân-ı Kerim’de hem de hadis-i şeriflerde bu hususta önemli uyarılar ve müjdeler vardır.
Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e tebliğ görevini yüklerken, “Önce yakın akrabanı uyar” (6) buyurmuştur. Bu âyet-i kerimenin bize yüklediği görev çok açıktır. Her müslüman önce kendi yakınlarından başlamak suretiyle eş, dost ve akrabalarını zaman zaman ziyaret edecek, dertleriyle ilgilenecek, bu vesileyle gerektiğinde iyiliği tavsiye ederek ve hataları konusunda uyararak onları Allah’ın emir ve yasaklarına uymaya davet edecektir. Bu tür dostane ikazlara, aydınlatmalara hepimizin ihtiyacı var.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) birçok hadisinde, akrabalık hukuku ve âdâbı konusunda bizlere önemli mesajlar vererek şöyle buyurmuşlardır: “Akrabayla ilgisini kesen kimse cennete giremez”[7]. “Allah’a ve âhiret gününe inanan akrabasını gözetsin” [8]. Bir başka hadisi şeriflerinde ise: “Fakire yapılan yardımın sevabı bir, akrabaya yapılanınki ise iki kattır; biri yardım sevabı, diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır” [9] buyurdular.
Sahabeden bir zat Peygamber Efendimiz’e gelerek, “Ya Resûlallah! Bana öyle bir şey söyleyiniz ki onu yapınca cenneti kazanayım, cehennemden de uzak kalayım” diye bir talepte bulununca Sevgili Peygamberimiz kendisine, “Allah’a kulluk eder, ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı kılar, varsa zekatını verirsin; sıla-i rahm yaşatırsın, yani eş dost ve akrabanı ziyaret edersin” [9] buyurdular.
Aile büyüklerimizin giderek aramızdan ayrıldığı ve geride kalan ikinci ya da üçüncü kuşakların da birbirlerine olan uzaklıkları nedeniyle artık sadece aynı soyadı taşıdığımız bir yakınımız tanımlamasına doğru sürüklenen bir bağlılık ortaya çıkmaktadır.
İnsanlar artık öyle durumlar yaşıyorlar ki, kapı komşusu en yakın akraba bireyinden daha bir yakın geliyor kendilerine. Yine de buna bulunabilecek en iyi çözüm, bu bağın maneviyatına verilebilecek önemdir. Bizler bu bağın kopuk yaşanmasına bir şekilde sebep olmuş olabiliriz. Ama en azından çocuklarımızın oluşturduğu kuşağın bunu yaşamamasına katkıda bulunmalıyız.
Bahane üretmek yerine mutlaka bir şeyler yapmak için el atmamız gereken bir konu. Çok küçük adımlarla bile çok büyük ilerleme kaydedebilir, zamanla ilişkilerimizi yok olmaktan kurtarabiliriz. İlla ki "Efendim filan akrabam bana kaç kere geldiyse ben de o kadar giderim" vs. demek doğru değil. Hatta bu zamanda ara sıra büyüklerin bile küçükleri ziyaret etmesi, onlara akrabalarla münasebet kültürünü aşılaması lazım. Yani kibirle, gururla bir yere varamayız.
Akrabalık ilişkileri konusunda dinimizde de çok ciddi uyarılar vardır. Sıla-i Rahim akraba ve yakınları ziyaret etme, hal hatır sorma, yardım etme, kısaca akrabalık bağlarını güçlendirme anlamına gelir. Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanabilmek için mutlaka tavsiye edilmiştir. Cuma hutbelerinde okunan ayet-i kerime de bizim için önemli bir uyarıdır:
"Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder. Hayâsızlığı, azgınlığı ve çirkin işleri yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir."(Nahl, 16/90)
Allah cümlemize hidayet versin.
1-Nisa 4/36
2-Buhari Edep
3-Tirmizi Zekat
4-Müslim İman
[5] Buhârî, “Edeb”, 11; Müslim, “Birr”, 18,19.
[6] Şuarâ, 26/214.
[7 Buhârî, “Edeb”, 85; Müslim, “Îmân”, 74, 75.
[8] Tirmizî, “Zekât”, 26.
[9] İbn Mâce, “Zekât”, 28.